top of page

Yeni Düzenlemeler ile Konkordato Kurumunda Yapılan Değişiklikler

Bilindiği üzere, 15.03.2018 tarih ve 30361 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 7101 sayılı İcra ve İflas Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na önemli değişiklikler getirilmiştir. Söz konusu değişiklikler kapsamında, iflasın ertelenmesi kurumu kaldırılmış, konkordato kurumuna ilişkin maddelerde düzenlemeye gidilmiştir. Başka bir deyişle, iflasın ertelenmesi kurumu terk edilmiş ve yerine konkordato kurumuna, hukukumuzda yer alan ancak iflasın ertelenmesi düzeni nedeniyle uygulamada vazgeçilmiş, yeniden hayat verilmiştir.


Anlaşmalı iflas ya da iflas anlaşmasına kavramlarına karşılık gelen Konkordato terimi, ekonomik durumu bozulmuş ve iflas etme durumu ile karşı karşıya olan borçlu ile alacaklı arasında yapılan ve borçların ödenmesini bir düzene sokarak, borçlunun borçlarından kurtulmasını hedefleyen yeniden yapılandırma sürecine ilişkin bir anlaşmayı ifade etmektedir.


İflasın ertelenmesi kurumundan, uygulamada istenen verimin alınamaması, alacaklının bu sürecin neredeyse tamamen dışında kalması sebebi ile bu kurumdan vazgeçilmiş, alacaklının da aktif olarak sürecin içinde yer alacağı ve önceki sistemde yaşanan yargılama sorunlarının azalacağı düşüncesiyle, yasa ile Konkordato düzenine geçiş sağlanmıştır.


* Yeni düzende, konkordato sisteminde, yapılan bazı temel değişiklikler aşağıda sayılmıştır:


- Konkordato sürecinde görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesi olarak belirlenmiştir (bir önceki düzenlemede icra mahkemeleri görevliydi).

- Geçici konkordato mühleti kurumu oluşturulmuş, böylece geçici ve kesin olmak üzere iki ayrı mühlet kavramı tanımlanmıştır.

- Tacir olmayanların da konkordatoya başvurmasının ön açılmıştır.


Konkordato sisteminin benimsenmesine ilişkin değişikliklerin Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından, konuya ilişkin ilk büyük çaplı Seminer 09/05/2018 tarihinde İstanbul’da geçekleştirilmiştir. Hukuk bürosu olarak katılım gösterdiğimiz 7101 sayılı Kanunla Konkordato ve Elektronik Tebligat Konularında Getirilen Yeni Hükümlerin Değerlendirilmesi başlığını taşıyan Seminer’de Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ Oturum Başkanı olarak, Prof. Dr. Oğuz ATALAY, Prof. Dr. Muhammet ÖZEKES, Prof. Dr. Murat ATALI ve Doç. Mine AKKAN konuşmacı olarak yer almıştır. Ayrıca, konunun uygulama kısmında yer alan birçok hâkim, avukat, iş insanı ve hatta değişikliklerin yürürlüğe girmesi neticesinde mahkemeler tarafından yeni atanmış konkordato komiserlerinin de izleyici olarak katılması ve konuşmacılara yönelttikleri sorularla seminere yön vermeleri ile çok faydalı bir seminer gerçekleşmiştir.


Aşağıda, yeni değişikliklerin uygulamasına ilişkin olarak, seminerde üzerinde durulan kavram ve konular ele alınacaktır.


* Her ne kadar yeni sistemde, alacaklının etkin bir rol üstlendiği ve yargılama sırasında karşılaşılan problemlerden özellikle uzun yargılama sürecinden, alacaklının asgari düzeyde etkilenmesi söylemi ve beklentisi olsa da mevzuat değişikliklerinin pratiğe, bu beklentiyi karşılayacak cinsten yansımayacağı söylenebilir. Söz konusu değişiklikler ve benimsenen yeni sistemin tüm ayrıntıları ile ülkemizin bu konudaki en yetkin öğretim üyeleri tarafından tartışıldığı seminerde, neden yeni sistemin de beklentileri karşılamakta yetersiz kalacağı ortaya konmuştur. Burada karşımıza çıkan ilk büyük problem, yeni sistemde kanunun, deyim yerindeyse konkordato sürecinin baş aktörü olarak karşımıza çıkardığı konkordato komiseri kavramı üzerinde toplanmaktadır.


* Konkordato komiseri kavramını ele aldığımızda hem geçici hem de kesin konkordato komiseri türlerinin bulunduğu bu kuruma, sürecin devam edip etmemesine doğrudan etki edecek görevler verildiğini görmekteyiz.


Değişen İİK 290. Madde kapsamında konkordato komiserinin görevleri aşağıda sayılmıştır:


“a) Konkordato projesinin tamamlanmasına katkıda bulunmak.

b) Borçlunun faaliyetlerine nezaret etmek.

c) Bu kanunda verilen görevleri yapmak.

d) Mahkemenin istediği konularda ve uygun göreceği sürelerde ara raporlar sunmak.

e) Alacaklılar kurulunu konkordatonun seyri hakkında düzenli aralıklarla bilgilendirmek.

f) Talepte bulunan diğer alacaklılara konkordatonun seyri ve borçlunun güncel malî durumu hakkında bilgi vermek.

g) Mahkeme tarafından verilen diğer görevleri yerine getirmek.”


Yukarıda sayılan görevler incelendiğinde, sistemin sorunsuz işlemesi önünde büyük bir sorun olarak işaret ettiğimiz bu kurumun, neden sorun olarak nitelendirildiği açıkça ortadadır. Kanımızca, konkordato komiseri olarak nitelenen tek bir kişiden bunca görevi yerine sorunsuz biçimde yerine getirmesini beklemek pek de gerçeğe uygun düşmemektedir. Mahkemece atanacak konkordato komiseri nasıl bir kimsedir ki, daha önce hiç içinde bulunmadığı bir yapının içerisine girecek, söz konusu yapının incelemesini yaparak bir yol haritası oluşturacak, zaten çok zor durumda olan borçlunun borçlarını ödeyebileceği nitelikte bir plân ortaya koyacak ve bu plânın işlemesini sağlayarak alacaklıların anlaşılan ölçüde alacaklarını elde etmesini sağlayabilecektir? Bunu sağlayacak kişi kim olacaktır, hangi meslekten hangi bilgi, birikim ve tecrübeye sahip bir kimse olacaktır? Açıkçası ne bir avukat, ne bir mali müşavir ne de herhangi başka bir meslek sahibi kimse, bütün bu görevleri üstlenebilecek donanıma sahiptir.


Tüm bu sorulara, Kanun, 290. Maddenin 4. Fıkrası uyarınca şu cevabı vermektedir:


“Konkordato komiserinin nitelikleri Adalet Bakanlığınca yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.”


Özellikle Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ tarafından sıkça dile getirildiği şekilde, değişikliğin yürürlüğe girmiş olması ve mahkemelerce konkordato komiserlerinin atanmaya başlanmış olması karşısında, bu fıkra hükmünün gereğinin Bakanlıkça ne zaman yerine getirileceği ve yine bahsedilen yönetmelikle bunca görevi yerine getirmesi beklenen kişi için nasıl bir niteleme yapılacağı hususları, yeni sistemin başarıya ulaşması karşısında ciddi bir engel olarak varlığını korumaktadır.


*Konkordato komiserinin niteliğinin belirlenmesi sorununun yanında, yeni düzenleme ile konkordato sürecinde alınan kararlara karşı kanun yollarına gidilmesinin, iflasın ertelenmesi sürecine oranla kısıtlanması hususu da yeni sistemde bir diğer sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.


İflasın ertelenmesinde, kanun yollarına başvuruyu, sürecin hızlı biçimde tamamlanması ve alacaklının alacağına bir an önce kavuşmasının önünde bir engel olarak gören kanun koyucu, yeni konkordato düzeninde belli kararlara karşı kanun yollarına başvuruları kısıtlama yoluna gitmiştir.


Bu kapsamda, kanunun 287. maddesindeki “Geçici mühlet talebinin kabulü, geçici komiser görevlendirilmesi, geçici mühletin uzatılması ve tedbirlere ilişkin kararlara karşı kanun yoluna başvurulamaz” ve yine 293. maddesindeki “Kesin mühlet talebinin kabulü ile mühletin kaldırılması talebinin reddine ilişkin kararlara karşı kanun yoluna başvurulamaz” şeklindeki düzenlemeler, kanun yollarının kısıtlanması anlamında örnek teşkil etmektedir.


Yeni değişikler uyarınca, geçici mühlet kurumunun da tanımlanması ile konkordato süreci için, uygulamada hiçbir aksaklık yaşanmayacağı düşünüldüğünde dahi, yaklaşık 2 ya da 2.5 yıl (3+2 ay geçici mühlet, 12+6 ay kesin mühlet) gibi yeterince uzun bir süreç öngörülmüş olmasıyla kanun yollarının kısıtlanması ile zamandan kazanılacağı düşüncesi kanaatimizce pek de örtüşmemektedir. Kaldı ki, zaten tamamlanması için uzunca bir sürenin öngörüldüğü konkordato sürecinde bir de belli kararlara karşı kanun yollarının kısıtlanması yönündeki tercihin, yeni sistemin, sürecin içerisinde yer alanlar bakımından hak kayıplarının yaşanabileceği bir hale dönüşmesine yol açmıştır.


* Sonuç


Tüm bu bilgiler ışığında, her ne kadar eksiklikleri olsa da, uygulama tarafından yıllardır benimsenmiş ve edinilen tecrübe ile orantılı olarak ortaya çıkardığı problemlere çözümler üretilmiş bir iflasın ertelenmesi sistemi yerine, şu an uygulamada yer alan kişilerin çoğunun yabancı olduğu ve eski sisteme göre, sürecin içerisinde yer alanlara, hem borçlu hem alacaklı açısından, pek de farklı avantajlar sunmayan bir sisteme geçişin, ilgililere birçok problem yaratacağının kaçınılmaz olduğu ortadadır.


Yukarıda bahsettiğimiz nedenlerle, doğrudan yabancı ülke mevzuatlarından çeviri yolu ile ülke şartlarına uygunluğu yeterince denetlenmeden benimsenen bu sistemlerin yerine, konuya ilişkin olarak, ülkemizin bu konuda yetkin insanlarının içinde bulunduğu, ciddi ve detaylı bir tartışma süreci neticesinde, ülkemiz ticari ve sosyal ilişkilerine uygun, özgün bir sistemin ortaya çıkarılmasına duyulan ihtiyaç halen mevcudiyetini korumaktadır.



136 görüntüleme0 yorum
bottom of page